Ana içeriğe atla

Mauro Zonta | İbn Rüşd'de Tat Üzerine: Kayıp Bitkiler Kitabından Muhtemel Bir Bölüm

Ortaçağ İslam dünyasında botaniğin bağımsız bir bilim olarak incelenmesi pek yaygın değildi. Ortaçağ boyunca arapça kaleme alınan botanik eserlerinin çoğu bitkilerin adlarını ve tanımlarını sıralayan, onların tıbbi özellikleri veya yetiştirilme biçimleri hakkında bilgi veren metinlerden ibaretti. Bilimsel bir sınıflandırma ölçütüne göre hazırlanmış sistematik çalışmalar değillerdi. Bu bağlam göz önüne alındığında Ortaçağ İslam dünyasında kaleme alınmış botanik eserlerin yalnızca küçük bir bölümü bilimsel nitelik taşır.

Ortaçağ İslam dünyasındaki seçkin Aristotelesçi filozofların bazıları bitkilerin kuramsal incelenmesini konu alan eserler telif etmişlerdir. Bu eserler genellikle Pseudo-Aristotelesçi (sözde Aristoteles’e ait) bir metin olan De Plantis (Bitkiler Üzerine) adlı risaleyi model almıştır. Söz konusu riasle metni, gerçekte Aristoteles’in özgün telifi De Plantis ile Theophrastos’un Historia Plantarum (Bitkilerin Tarihi) eserinin bazı fasıllarının bir araya getirilmiş derlemesidir (compendium).

Bu derleme, MÖ 1. Yüzyılda Şamlı Nikolas (Nicolaus Damascenus) tarafından yazılmıştır. Eser yaklaşık 10. yy’da Arapçaya çevrilmiş ve böylece Arap botanik külliyatı için başvurulan bir model haline gelmiştir. İbn Sînâ’nın (Avicenna) meşhur eseri eş-Şifâʾ’nın bitkilere ayrılmış kısmını ve ayrıca İbn Bâcce’nin (Avempace) Bitkiler Üzerine Söylev (Kalām fī al-Nabāt) adlı çalışmalarında derin etkiler bırakmıştır. Her iki eser günümüze ulaşmış olup İbn Sînâ’nın eseri 1965’te[3], İbn Bâcce’nin ise 1940’da[4] yayımlanmıştır.

 

11. yüzyılda yaşamış olan Bağdatlı Nasturî filozof Abû’l-Ferec İbn el-Tayyib, Aristoteles’in tanınmış bir yorumcusu olarak Kitāb al-Nabāt (Bitkiler Kitabı) adlı bir eser kaleme almıştır. Oldukça kapsamlı olduğu anlaşılan bu eserin bir bölümü Hendrik Joan Drossaart Lulofs ve E.L.J. Poortman tarafından 1989’da yayımlanan ciltte Bitkiler Üzerine (De Plantsis) eseri Pseudo-Aristotelesçi Ortaçağ geleneğine adanmıştır.[5]

Son olarak, yunan kaynaklarından esinlenmiş bir başka bilimsel botanik incelemesi de İhvanü’s-Safâ (Brethren of Purity) tarafından kaleme alınmıştır ve yirmi birinci risalede bu konu yer almaktadır. Bu risale birden fazla kez yayımlanmıştır.[6]

Bu veriler bizi, Aristoteles’in en tanınmış Arap şarihlerinden biri olan İbn Rüşd’ün (Averroes) de botanik üzerine bir eser telif etmiş olması gerektiğini düşünmeye yöneltmektedir. Gerçekten de böyle bir eserin varlığına dair az da olsa kanıtlar mevcuttur ancak metnin kendisi henüz bulunamamıştır.

Şu kesindir ki, İbn Rüşd’ün külliyatını listeleyen Ortaçağ Arap bibliyografya listelerinde böyle bir eser zikredilmez. İbn Rüşd’ün hayatı ve eserlerine dair yeni çalışmalardan biri Miguel Cruz Hernández tarafından yapılmıştır. Araştırmasında, Talkhīṣ Kitāb al-Nabāt başlıklı bir eser kaydedilmektedir.[7]

Ne var ki bu atıf, bibliyografik bir hatadan ibarettir. Cruz Hernández, bu metni içeren tek Arapça el yazmasının İstanbul Süleymaniye Kütüphnesi’nde 1179 numaralı bir kodeks olduğunu belirtir. Ancak bundan 70 yılı aşkın bir süre önce Maurice Bouyges tarafından da gösterildiği gibi bu kodeks aslında Pseudo- Aristotlesçi Bitkiler Üzerine adlı eserin Arapça çevirsini içermektedir.[8]

Bu bibliyografik kaydın dışında İbn Rüşd’ün Bitkiler Kitabı hususuna dair en kapsamlı inceleme Lulofs ve Poortman’ın yukarıda anılan kitabında yer alır. Burada bu eserin varlığı üzerine birkaç sayfalık ayrıntılı bir çalışma yapılmıştır.[9] Aşağıda, Lulofs ve Poortman’ın araştırmalarına göre İbn Rüşd’ün varsayılan bu eserine ilişkin elimizde bulunan tüm bilgileri tartışacağım.

Görünüşe göre İbn Rüşd, botanikle iligi eserine kendi tıp ansiklopedisi olan al-Kullīyāt fī al-Ṭibb (Tıbbın Genel İlkeleri) adlı yapıtının beşinci kitabında atıfta bulunmaktadır. Bu bölümde Ortaçağ Arap botanik risalelerinde merkezi bir yer tutan tat, koku ve renklerin nitelikleri üzerine adlı üç konuyu üç ayrı başlığa (27, 28 ve 29. bölümler) ayırmıştır. Özellikle 27. Bölümde İbn Rüşd “acı” kavramını ayrınılı biçimde inceler. Önce kendi görüşünü suar, arından hekimlerin görüşlerini aktarır ve sonunda şöyle der:


“Bizim ‘acı’ hakkında söylediklerimiz Kitāb al-Nabāt (Bitkiler Kitabı) adlı eserimizde zaten açıklannmıştır”[10]


Burada İbn Rüşd’ün sözünü ettiği eser Pseudo-Aristotelesçi Bitkiler Üzerine eseri olamaz çünkü bu kitap, tat özellikle acılık konusunu Araplar tarafından bilinen biçimiyle hiç ele almaz.

Dahası bu pasajın al-Kullīyāt’ın (Colliget) Ortaçağ Latincesine çevirlmiş metindeki “quod nos diximus de amaro, invenitur in libro nostro qui dicitur De Plantis[11] ifadesi Rüşd’ün bitkiler üzeine kendi kaleme aldığı bir eserden söz ettiğini güçlü bir biçimde düşündürmektedir. Eğer durum böyleyse, Arapça bir botanik eserinde tatların incelenmesinin pek de olağan dışı olmadığını belirtmek gerekir. Nitekim Kitāb al-Filāḥah al-Nabātīyah (Nabatî Tarımı Kitabı)’nın 8. Bölümünde bitkilerin oluşumu ele alınırken tatların, kokuların ve renklerin kökeni üzerine ayrınıtlı bir inceleme bulunur.[12] Özellikle “tat” konusu meyvelerin ve bitkilerin farklı özellikleriyle bağlantılı olarak ele alınmıştır.

1550 yılında Venedik’te Junta yayınevi tarafından Aristoteles’in eserlerinin İbn Rüşd’ün (Averroes) latince çevirileriyle birlikte yayımlandığı baskının önsözünde Venedikli patrik Bernardo Navagero’nun bir mektubu da yer alır.[13] Navagero, İstanbul’da bulunduğu sırada bazı Müslüman ve Yahudi hekimlerin elinde çok sayıda Arapça felsefe eseri olduğunu, bunlar arsında da, İbn Rüşd’e ait Magna commentaria in libros duos de Plantis adlı bir çalışmanın da bulunduğunu belirtir. Ancak bu başlığın İbn Rüşd’ün “yorumlarından” birine değil, yalnızca Bitkiler Üzerine’nin Arapça çevirisine ait bir nüshaya işaret etmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu görüş iki gerekçeyle desteklenmektedir:

Birincisi, Ortaçağ Arap el yazmalarında Bitkiler Üzerine’nin genellikle “Tafsīr Nīqūlāʾūs” (Nikolaus’un Açıklaması) başlığıyla geçtiği bilinmektedir. Navagero burada geçen tafsīr (yorum) kelimesini İbn Rüşd’ün Aristoteles üzerine yazdığı “uzun şerhler” (long commentaries) için kullandığı unvanla karıştırmış olabilir.

İkincisi, mevcut bilgilere göre İbn Rüşd’ün Kitāb al-Nabāt adlı eserinin, Bitkiler Üzerine yazılmış uzun bir yorum olmadığını varsaymak gerekir. Eğer öyle olsaydı, kaynak metnin her cümlesi harfi harfine açıklanırdı oysa al-Kullīyāt’taki kısa göndermeden böyle bir sonuç çıkarılamaz.

Ayrıca İbn Rüşd’ün eserine muhtemelen kendisinin verdiği Kitāb al-Nabāt başlığı onun Corpus Aristotelicum’u oluşturan çeşitli kitaplara yazdığı özet (compendium) türü eserlerle benzerlik gösterir. Nitekim Ortaçağ Arap bibliyografyalarında ve bazı el yazmalarında bu tür derleme eserler genellikle benzer başlıkla anılmıştır. İbn Rüşd’ün bir özeti genellikle Aristoteles’ineserinin basit bir özeti değil içeriğin yeniden düzenlenmesi ve çoğu zaman kaynakta bulunmayan bazı konuların da eklenmesiyle oluşturulmuş özgün bir çalışmaydı.[14]

 

Lulofs ve Poortman sonunda şu sonuca varmıştır:

İbn Rüşd’ün botanik yazılarından bir pasaj, İbrani bir tercüme aracılığıyla Şem Tov İbn Falaquera’nın The Opinions of the Philosophers (Filozofların Görüşleri) adlı ansiklopedik eserinde korunmuştur. Bu ibrani bilimsel-felsefi ansiklopedi yaklaşık 1270 yılı civarında İspanya’da kaleme alınmıştır. Lulofs ve Poortman’a göre söz konusu pasaj, Falaquera’nın ansiklopedisinin dördüncü kitabının üçüncü bölümüne karşılık gelmektedir. Bu bölüm bitkilerin genel özellikleri üzerine bir incelemedir.[15] Bölüm “İbn Rüşd dedi ki…” formülüyle başlar ve bitkilerin doğasının dört ölçüte göre belirlendiğini açıklar:

1    Bikinin büyüdüğü yer,

2.     Bitkinin geliştiği coğrafi bölge

3.     Büyüme mevsimi

4.     Davranışı (yaşam biçimi).

Bu genel tanımlamayı, dört ölçüte göre yapılmış deneysel bir bitki sınıflandırması izler. Bitkiler “mükemmel” ve “kusurlu” olarak ikiye ayrılır. Kusurlu bitkiler çiçcek veya yaprak gibi bitkilere özgü bazı karakteristlik özelliklerden yoksundur.

Pasajın son bölümünde bitkileri gelişimindeki bazı özel durumlar listelenir. Örneğin, bazı bitkilerin “çok yağlı” oldukları için meyve vermediklerini belirtilir. Bu bölüm açıkça Pseudo-Aristotelesçi (Bitkiler Üzerine) De Plantis eserindeki bazı konuları genişletmekte ancak aynı zamanda yeni materyaller de içermektedir. Lulofs ve Poortman bu pasajın İbn Rüşd’ün bilinen hiçbir eserinde karşıtlığının bulunmaması nedeniyle bunun İbn Rüşd’ün “Bitkiler Kitabı”ndan alınmış olması gerekiği sonucuna varmışlardır.

Ne var ki yakın bir zamanda kaleme aldığım bir makalede gösterdiğim üzere[16] Falaquera’nın bu bölümünün ilk 40 satırı, al-Kullīyāt’ın beşinci kitabının otuzuncu bölümüyle birebir örtüşmektedir. Bu bölümde bitkilerin özellikleri tıpkı “basit ilaçlar” (Edviyetü’l-müfrede) gibi sistematik biçimde ele alınır. Ancak bu durum, Falaquera’nın gerçekten de İbn Rüşd’ün kayıp botanik eserinden alıntı yaptığı olasılığını tamamen ortadan kaldırmaz. Falaquera’nın The Opinions of the Philosophers adlı eserinin dördüncü kitabı (söz konusu bölümün yer aldığı kısım) özellikle botanik incelemeye adanmıştır ve Ortaçağ filozoflarının bu konuya dair çeşitli teorilerini derleyen son derece ilginç bir koleksiyondur. Falaquera’nın diğer eserlerinde olduğu gibi bu kitap da büyük ölçüde alınıtlardan oluşmaktadır.[17]

Özellikle Lulofs ve Poortman tarafından yayınlanan[18] ikinci bölüm Pseudo-Aristotelesçi De Plantis’in bir özetidir. Bu bölümde yaşamın bitkilerde nasıl tezahür ettiği, bitkilerde beslenme ve uyku gibi canlılığa özgü özelliklerin bulunup bulunmadığı, bitkilerin bölümleri (meyve, yaprak vb.), iç yapıları ve büyüdükleri yerler anlatılır.

İkinci bölüm (henüz yayımalnmadı) bitkilerin oluşumu ve türleri üzerinedir:

1.     Öncelikle İhvanü’s-Safâ Risaleleri’nden alınan bitkisel ruhun analizi yapılır.

2.  Ardından bitki kısımlarının kimyasal özellikleri açıklanır. (Çoğunlukla İbn Rüşd’ün Meteorologia üzerine kısa ve orta şerhlerine dayanır.)

3.     Son olarak, bitkiler ile hayvanların canlılar hiyerarşisindeki yeri tartışılır (yine İhvanü’s-Safâ’dan).

Bu iki bölüm, İbn Rüşd’ün botanik risalesinin yeniden inşasına dorğudan katkı sağlamaz ancak Falaquera’nın dördüncü bölümünde (yayımlanmamıştır) al-Kullīyāt’taki göndermede özetlenen Averroes’in kayıp eserine paralel içerikler bulunur. Gerçekten de bu bölümde tatlar, kokular ve renkler üzerine bir tartışma yer almaktadır. Bu konular, İbn Rüşd’ün mevcut eserlerinde görülen doktrinlerle büyük ölçüde örüşmektedir. Özellikle koku ve renk açıklamaları al-Kullīyāt’ın beşinci kitabının 28. ve 29. bölümlerinde bulunan açıklamalarla neredeyse aynıdır. “Tat” üzerine yapılan tartışmadaki bazı cümleler ise al-Kullīyāt’ın 27. bölümündeki ilgili pasajlara ve İbn Rüşd’ün, İbn Sina’nın Urjūzah’ına (Didaktik Şiir) yazdığı yorum bölümlerine çok benzemektedir.[19]


Tatlar üzerine yapılan tartışma oldukça kapsamlıdır. Parma’daki Biblioteca Palatina, parmense 3156 numaralı el yazmasında dört sayfa boyunca yer alır. Bu el yazması, Falaquera’nın ansiklopedisinin iki tam nüshasından biridir (diğeri Leiden Üniversitesi Kütüphanesi, Or. 4758 numaralıdır). Bu tartışmada yer alan ilkeler dikkat çekicidir çünkü risale, tatları insanin duyusal algısı açısından değil bitkilerin kimyasal özellikleri açısından ele alır. Eseri İbn Rüşd’e özgü kılan bir diğer unsur bu dördüncü bölümdeki tartışmanın Falaquera’nın açıkça İbn Rüşd’de alıntı olarak sunduğu bir bölümün hemen ardından gelmesidir.

Parma el yazmasında korunan metne göre, 4. bölümde yer alan tatlar üzerine tartışmasının İngilizce çevirisi aşağıda verilmiştir. ^ Bu tartışmada ortaya konan ilkelerin, İbn Sînâ’nın el-Kānûn adlı eserinin 2. Kitap, 1. Makale, 3. bölümünde ve ayrıca İbn Rüşd’ün yukarıda anılan tıbbî eserlerinde bulunan benzer ilkelerle karşılaştırması dipnotlarda yer almaktadır.

(The Parma manuscript, Biblioteca Palatina, parmense 3156, ff. 134v2-136v23) ^


Bitkilerin doğasını belirleyen şeyler üzerine konuşmamız gerektiğinde şöyle söyleriz: Bitkilerin doğasını berlirleyen şeyler tat, koku ve renktir. Tatla başlıyor ve diyoruz ki, tüm maddeler dört elementten oluştuğuna göre bu elementlerin oranları her cisimde aynı değildir. Bu nedenle oranlardaki farklılıklardan birçok özellik ortaya çıkar. Tatların çeşitliliği de bu farklılıklardan kaynaklanır.

Tatlar çok çeşitli olduğundan lezzetli olan ile olmayanı ayırt edebilecek bir organ gereklidir. Bu organ dildir. Dil birçok sinir içerdiğinden dolayı son derece duyarlıdır. Her tat iki temel unsurda doğar: Birincisi, nemli ve sulu bir öğe, ikincisi ise, kuru ve topraklı bir öğedir.

Bunu meyvelerde görmek mümkündür. Oluşumlarının başlangıcında meyveler nemli ve suludurlar (örneğin karpuz, salatalık vb.). Zaman geçtikçe meyveler suyun memiyle, toprağın özüyle ve havanın inceliğiyle beslendikçe, içsel sıcaklıkları ile dıştan gelen hava sıcaklığı onları etkiler. Böylece meyveler büyür ve gelişir, topraklılıkları azalır, nemleri yoğunlaşır ve birçok farklı tat kazanır. Bunlar bitkinin doğasına, soğukluk ve sıcaklık oranına ve öz nemlerinin kalitesine (yoğun, ince ve orta halli olmasına) göre değişir. Bu yüzden meyveler bir tat türünden diğerine geçerler. Örneğin, acılıktan tatlılığa ya da üzümlerde olduğu gibi acılıktan ekşiliğe, ekşilik üzerinden de tatlılığa.[20]

Tat, tat alma duyusunu etkileyen şeydir, bu etki hoş veya hoş olmayan olabilir. Dil tarafından algılanan her şey tat alma duyusunda etki bırakır ya da bırakmaz. Etki bırakmayan şey tatsızdır.

Tatsız olan şey iki kategoriye ayrılır: Su gibi doğaları gereği tatsız olan basit unsurlardır. Diğer kategori bileşik unsurdur. Bileşik unsurlar üçe ayrılır. Birincisi, sulu bir maddeye sahip olanlar örneğin kamış gibi nemli bitklier. İkincisi kuru olan topraksı maddelerdir, dut gibi. Arapçada al-nashā olarak adlandırılan mısır unu da buna örenktir. Üçüncüsü ile yoğun ve yapışkan maddelere sahip olanlardır. Yumurta akı ve hayvansal yağlar buna örnektir, aynı zamanda nemlidirler.


Tat alma duyusunda etki bırakanlar hoş ve zararlı olanlar olarak ikiye ayrılır. Hoş olan bizim için zevk verendir. Bu, insan bedeninin mizacına benzerdir. İnsan bedeni ılımlı biçimde sıcak ve nemlidir. Bu nedenle dile hoş gelen tat, soğuk bir bedene etki eden ılık suyun etkisine benzer. Eğer sulu öğe ağır basarsa, bu hoş tat, tatlı (sweet) olarak adlandırılır. Eğer havamsı öğe baskınsa benzer bir etki yaratır ama belirgin bir hoşluk taşımaz. Buna yağlı (fat) denir. Bu nedenle her besin ya tatlı, ya yağlı, ya da her ikisidir.[21] Tek bir tada sahip olan madde besin değil, ilaç niteliğindedir.

 

Bir maddenin tatlılığı, sıcaklık ve nem bakımından orta dengede bir duruma işaret eder. Bu nedenle insan vücudunu beslemek için tatlılık derecesi yüksek olan elementler diğer tatlardan daha uygundur.[22] Bu yüzden Galen, bir şeyin besine olan yakınlılık ve uzaklılığına göre az ya da çok tatlılık derecesine sahip olduğunu söylemiştir.[23] Bu daha tatlı olanın daha besleyici olduğu anlamına gelmez çünkü beslenme veya besleyicilik tatlılığın dışında başka şeylere de ihtiyaç duyar.[24] Bu varsayıma dayanarak Galen, besinin veya besleyici gıdanın sadece duyuya hoş gelen değil, aynı zamanda uzuvlar tarafından alınıp sindirilen ve beslenen, varlığın doğasına dönüşen şey olduğunu söylemiştir.


Zararlı olan tat, ısırma yoluyla keskin bir şekilde zarar veren şeydir. Isırmak, tek bir maddeyi eritmenin bir türüdür. Bir şeyi çözen unsur ya bölme yoluyla ya da yoğunlaştırarak etkide bulunur. Bir şeyi bölerek eriten sıcak, yoğunlaştırarak eriten soğuk niteliktedir.

Sıcak olan şey iki kategoriye ayrılır. Topraksı sıcak ve Ateşi sıcak olanlar. Topraksı sıcaklar kendi arasında ikiye ayrılır: Tuzlu (salty) olanlar, dil tarafından algılanan ger şeyi parçalarına ayırır temizler ve uzaklaştırır. Daha güçlü olan ikinci tür ise parçaları daha sert biçimde ayırır bunlara acı (bitter) denir. Ateşi sıcak türler ise keskin (yakıcı, acute) olarak adlandırılır.

Soğuk olan şey iki kategoriye ayrılır. Birincisi topraksı ikincisi sulu olan. Soğuğun topraksı yönü dile temas ettiğinde onu ya pekiştirir-büzer (sets, setting) ve kurutur ya da tam tersini yapar onu güçlü bir şekilde böler (divides). Ki buna shāʿir denir. Bu olgunlaşmamış incilerin neden olduğu etkiye yani keskin (pungent) tada ya da ondan daha zayıf bir etki olan kabz veya kasıcı (setting) olarak adlandırılan tada benzer.[25] Keskin ve kabz arasındaki güç farkı açıktır ve kabz terimi aynı zamanda her ikisini de kapsayan cins için de kullanılır. Köpürmeye neden olana sulu soğukluk ise ekşi (acid) olarak adlandırlır.

Artık açıkça görülmektedir ki tat ve tasızlığın sekiz kategorisi vardır: Fat (yağlı), bitter (acı), sweet (tatlı), salty (tuzlu), acute (yakıcı), setting (büzücü), acid (ekşi), pungent (keskin).[26]

Tatsız olan mutedil (orta, ölçülü) bir mizaç ile mutedil bir maddenin karışımından meydana gelir. Acı tat sıcak bir mizaç ile yoğun (kesif) bir maddenin karışımından türer. Keskin tat sıcak bir mizaç ile ince (latif) bir maddenin karışımından türer. Kekremsi tat soğuk bir mizaç ile topraksallığı karışmış ince bir maddenin karışımından türer. Bütün bu tatlar insanın mutedil yani oranlı, ölçülü mizacıyla ilgilidir.[27]

İnsan bunu bilerek bitkilerin doğasını ve onların özelliklerini bilir. Tatsız olan şey tatlı kategorisine ait sulu bir maddedir. Ancak onunla karışan sucul nem nedeniyle tatlılığı büyük ölçüde azalmıştır.[28] Bu nedenle bitkinin daha yukarısında bulunan meyve tatlıyken, toprağa daha yakın olan tatsızdır. Zira oraya ulaşan bol nemin bir sonucu olarak içinde sulu madde baskın gelir. Bu örneğin, buğday, arpa ve fasulyede olur çünkü bunların hepsi başlangıçta neredeyse tatsızdır ancak pişirilip kurutulduktan sonra daha tatlı hale gelir.

Yağ hoştur ve aynı zamanda tatlıdır, tözü de hayvansal yağ, zeytinyağı, zeytin ve kendilerinden yağ üretilen diğer şeyler gibi sulu ve havalıdır. Yağlılık ve tatlılık, sıcaklık ve nem bakımından aynı cinse aittir. Ancak aralarındaki fark şudur: Tatlılığın nemi ağdalı (viskoz) ve yoğundur, yoğunlukla incelik arasında bir orta yoldadır ve insan vücudunun nemine uyar. Yağlılığın nemi ise hoş ve incedir ve havanın nemine benzer.[29] Bu nedenle, doğal sıcaklığı beslemek için tüm tatlar arasında en uygun yağlılıktır. Bu, zeytinyağı ve yağlı maddelerin insana harici bir besin sağlamasıyla kanıtlanır. Bunun nedeni, zeytinyağının neminin ve maddesinin havanın nemine uyması ve havanın doğası bakımından ateşe diğer elementlerden daha yakın olmasıdır. Zira hem ateş hem de hava sıcaktır.

Tatlı olanın tözü mutedildir veya ortada bir yerdedir[30] ve tüm tatlılar sıcaktır. Ancak sıcaklık yoğunlulukları bakımından farklı tatlılık derecelerine göre farklılık gösterirler. Bunun nedeni, bir şey ne kadar tatlıysa o kadar sıcaktır. Ancak, tatlı bir şeyin sıcaklığı zarar oluşturmaz çünkü onun sıcaklığı sıcak olan bedenlerimize yakındır. Tatlının tanımı “besleyen şeydir” ama iki anlamda da tatlıdır. Birincisi bal gibi kendi doğal sıcaklığı nedeniyle ve ikincisi de pişmiş olan harici bir sıcaklık nedeniyle [f. 136r].

Tatlılık dört türe ayrılır. Birincisi şekerde olduğu gibi içinde farklı unusların eşitlendiği saf ve mutlak tatlılık; ikincisi, hurmalarda olduğu gibi bir ağdalılık (viciousness) ve yoğunluk (thickness) ile karışık tatlılık. Üçüncüsü, bir tatsızlık ile karışık tatlılık; nemin tözü yoğunluktan mutedil bir duruma ve azdan çoğa geçer, sıcaklığı azalalır ve narlarda olduğu gibi tatlılığı zayıflar. Dördüncüsü, bir keskinlik (acuteness) ile karışık tatlılık. Nemin tözü yoğunluktan inceliğe, çoktan aza ve kuruluğa geçer. Keskin tatlılık bal tarafından sağlanan gibidir. Bu nedenle, kesinlikten ve ağdalıktan yoksun saf tatlılık, mutedil bir duruma işaret eder ve insanın mizacına benzer.


Tuzlu tat acı tada daha yakındır, çükü ikisi de topraksı ve sıcaktır. Ancak aralarındaki fark belirgindir: Acılık, kuru bir sıcaklık tarafından inceltilmiş bir tattır ve tözü ağırdır. Tuzlu tözde ise nem ile karışmış kuru ve yanmış bir unsur baskındır ve bu sıcaklık bakımından tatlıdan daha üstündür.[31] Tuzlu tat soğuk nem tarafından etkisi azaltılmış-kırılmış bir acılık gibidir. Bu nedenle, tuzlu madde güneş veya ateşle ısıtıldığında ve içindeki sıcaklığın etkisini kıran sulu kısım ondan ayrıştığında acılaşır.[32]

Acı tat ince, topraksı bir maddeye sahiptir. Bu, onun mutlak anlamda ince olduğu anlamına gelmez. Daha ziyede, toz gibi toprağın da doğası gereği ince olduğu anlamına gelir. Eğer birisi acı tadı alevin neden olduğu duman cinsine ait bir şeye benzetirse haklıdır çünkü o duman acı bir tada sahiptir. Ağır bir topraksı cisim örneğin taş ve demirdir; ince topraksı cisim ise örneğin duman ve tozdur.

Acının doğası, kuru ve toprası tözün (ister soğukluk ister sıcaklığıyla)[33] baskın olduğu yerdedir. Bu, soğukluktan türeyen acının, acı olduktan sonra tatlılaşmsıyla kanıtlanır. Örneğin, kabaklar birçok bitkide olduğu gibi. Topraksallıktan ve sıcaklıktan türeyen acı ise, tatlıyken daha sonra acılığa döner. Acı olanın bu özelliği, onun iki mizacın (sıcak ve kuru veya soğuk ve kuru) karışımının bir sonucu olduğunu gösterir. Tıpkı sıcaklık ve soğukluğun karışımından türeyen siyah renk gibi.[34]


Acının tözü ağır olduğu için, saf acı, bir hayvanın içinde yaratıldığı kalıba* izin vermez. Saf tuzlu ise hayvanı beslemez.[35] Bu nedenle, tuzlulukları giderildiğinde [f.136v] denizler, Ölü Deniz (Dead Sea) gibi acılaşır ve acılıkları yüzünden hiçbir hayvan onun içinde yaşayamaz.[36]

(* Kalıp derken canlı formun oluşması için sağlanması gereken uygun ortam kastedilmektedir.)

Keskin tat, ince, ateşli bir töze sahiptir ve keskinin anlamı biri onu tattığında dilinin çok ısınması ve ısırılmış gibi olmasıdır. Bu diğer tatlardan daha sıcaktır. Tuzlu, acı ve keskin tatlar sıcaklık ve kuruluk bakımından aynı cinse aittir. Ancak aralarındaki fark şudur: Keskin tadın nemi iyice ateşliyken, tuzlunun nemi incelikle yoğunluk arasında topraksallığa yakın bir orta düzeydedir. Acının nemi ise yoğun ve topraksıdır.[37]

Kabz tadı (setting), zayıf bir kekremsi (pungent) tattır. Hem kabz tadı hem de kerkemsi tat birlikte kabz kategorisini oluşturur, ancak kabz etmek dereceleri bakımından farklılık göserirler.[38]

Kekremsi tat (pungent) daha soğuktur, onu kabz tadı (setting) izler ve sonra da ekişlik (acidity) gelir. Bu nedenle meyve, başlangıçta onu aşırı derecede soğuk yapan güçlü bir ekşiliğe sahiptir. İçinde havalılık ve sululuk geliştiğinde ve ekşilik hem bunlar tarafından hem de onu ısıtan güneşin sıcaklığı tarafından hafifçe yumuşatıldığında meyve, olgunlaşmamış meyve gibi ekşi bir tat alır. Bu esnada kabz tadına doğru meyleder ve neredeyse kekremsi bir haldedir bundan sonra meyveyi ısıtan sıcaklık onun tatlılığını ortaya çıkarır. Meyve, zeytinin yaptığı gibi ekşilik aşamasından geçmeksizin kekremsi tattan tatlıya da geçebilir.[39]

Ekşilik bir miktar nem ile karışmış bir soğukluğa işaret eder ve dili ısıtmaksızın ortalama düzeyde tahriş eder. Kekremsi, kabz ve ekşi tatlar, soğukluk ve kurulukları bakımından aynı cinse aittir. Bununla birlikte aralarındaki fark şudur: Kekremsi tadın nemi çok kıt, yoğun ve topraksıdır. Kabz tadının nemi ondan daha fazladır ve mutedile daha yakındır. Ekşi tadın nemi ise daha fazla ve incedir. [40]

 

Sonuç

Özetle, Lulofs’un varsaydığı gibi sadece Falaquera’nın Filozofların Görüşleri (The Opinions of the Philosophers) adlı eserinin dördüncü kitabının üçüncü bölümünün değil aynı zamanda yukarıda da kısmen çevirilen dördüncü bölümünde İbn Rüşd’ün kayıp Bitkiler Kitabı’nın içeriğini yansıttığı ihtimalinin göz ardı edilemeyeceğini düşünüyorum. Beni bu sonuca ulaştıran hususlar şunlardır.

Birincisi, yukarıdaki metinde verilen karmaşık tat sınıflandırmasının bizzat Falaquera tarafından yapılmış olması garip olurdu. Falaquera, ansiklopedisinde daima Arapça kaynakları aktarır ve kişisel müdahaleleri çok sınırlıdır. Dahası, üçüncü ve dördüncü bölümleri Rüşd’den alıntı olarak tanıtır. Bu bölümler Ortaçağ Arap biliminde anlaşıldığı şekliye botaniğin oldukça eksiksiz bir teorik tanımını sunar. Bu bazı bitki özelliklerinin genel sınıflandırması (Bölüm 3) ve ardından onların kimyasal özelliklerinin -tat, koku ve renk- bir analizidir (Bölüm 4). Bizzat İbn Rüşd’den biliyoruz ki tat ve özellikle de acı, onun Bitkiler Kitabı’nın konularından biriydi. Son olarak Falaquera’nın acı üzerine yaptığı analizin, İbn Rüşd’ün el-Külliyât'ta kendi botanik çalışmasındaki aynı konuya ilişkin analizleri hakkında söyledikleriyle[41] gayet iyi örtüşeceğini belirtmek gerekir.

İkincisinde şu husus vurgulanmalıdır. Eğer İbn Rüşd’ün Bitkiler Kitabı (adından da bizzat anlaşılacağı üzere) Aristoteles’in eserleri üzerine yazılan özetler (compendia) türüne ait idiyse, İbn Rüşd’ün Aristoteles’in (zooloji hariç) tüm doğa bilimleri eserleri üzerine özet serisini yazdığı 1159 civarında kaleme alınmış olabilir.[42] el-Külliyât daha sonra, 1162’de yazıldığına göre, İbn Rüşd’ün tıbbi çalışmasının basit ilaçlar (simplicia) olarak bitkilerin incelenmesine ayrılan bölümlerini (beşinci kitabın 27’den 30’a kadar olan bölümleri) yazmak için Bitkiler Kitabı’ndaki bazı kısımları yeniden kullandığını düşünmek mantıksız değildir. Bu durum, Falaqueranın anlattığı metindeki pek çok pasajın el-Külliyât’taki ilgili pasajlarda neden az çok örtüştüğünü açıklayacaktır.

Üçüncüsü, Falaquera tarafından alıntılanan metnin kısa bazı pasajlarının İbn Sînâ’nın el-Kânûn'undaki kısımlarla harfi harfine örtüşmesi, İbn Rüşd’ün Bitkiler Kitabı’nı yazarken el-Kânûn'u kaynak olarak kullanmış olmasından kaynaklanıyor olabilir. Bu pek de şaşırtıcı gelmezdi. Görünüşe göre İbn Rüşd, bazı eserlerinde bilhassa tıp metinlerinde, Arapça kaynaklardan onlara açıkça atıfta bulunmaksızın birebir alıntılar yapma eğilimindeydi. Örneğin el-Külliyât'ta, Ebû Bekir er-Râzî ve el-Mecûsî’nin[43] anatomi çalışmalarından bazı pasajları ve eserin önsözünde Fârâbî’nin Tıp Risalesi'nin (Risâlah fî al-Ṭibb)[44] büyük bir kısmını neredeyse harfi harfine aktarmıştır.

Elbette bu noktalar, İbn Rüşd’ün Bitkiler Kitabı hakkında kesin bir sonuca ulaşmak için yeterli değildir. Bu mesele, ancak Arapça orijinal metinler veya bu metinden yapılmış Arapça, İbranice ya da Latince açık alıntılar keşfedildiğinde çözülebilecektir. Benim yegane amacım, tatlar üzerine bildiğimiz kadarıyla eserin özellikleri ve içeriğiyle gayet iyi örtüşen ve bu nedenle Ortaçağ Arap botaniğinin bilimsel tarafı için ilginç bir tanıklık teşkil eden, ihmal edilmiş teorik bir pasaja dikkat çekmekti.

 

 

Çevirinin Sonu

Çeviren Fatma Zehra Kara

 



[1] Mauro Zonta, 'Averroes on taste? a possible fragment from Averroes’ lost book of plants', in  (ed.), The Earth and its Sciences in Islamic Manuscripts, London, Al-Furqan Islamic Heritage Foundation, 2011, 269-292. http://doi.org/10.56656/100137.10

[2] Bu metin, Mauro Zonta’nın yukarıda anılan İngilizce çalışmasının akademik nitelikli Türkçe çevirisidir. Çeviride, orijinal metnin kavramsal yapısı ve teknik terminolojisi titizlikle korunmuştur. Özellikle Latince ve Arapça tıp terimlerinde anlam kaymalarını önlemek amacıyla açıklayıcı karşılıklar tercih edilmiştir. Bu yaklaşım, metnin felsefe tarihi içindeki anlamını daha açık biçimde yansıtmayı hedeflemektedir. Ana metin ile kıyaslandığında dipnot numalarandırmasında bir kayma vardır fakat bu ana metnin işaret ettiği asıl kaynağı kesinlikle etkilememiş ve okuyucunun da rahat bir şekilde anlayacağı şekilde konumlandırılmıştır.

[3] Ibn Sīna (Avicenna), Al-Shifāʾ al-Ṭabīʿīyāt, vol. VII, al-Nabāt, (ed.) ‘A. Muntaṣir, S. Zāid and ‘A. Ismāʿīl (Cairo, 1965).

[4] M. Asīn Palacios, ‘Avempace botánico’, Al-Andalus, 5 (1940), pp. 255 299.

[5] H.J. Drossaart Lulofs and E.L.J. Poortman, Nicolaus Damascenus, De Plantis: Five Translations, Verhandelingen der Koninklijke Nederlandse Akademie van Wetenschappen, Afd. Letterkunde no. 139 (Amsterdam, Oxford and New York, 1989), pp. 219 231.

[6] See, for example, Kitāb Ikhwān al-Ṣafāʾ wa Khillān al-Wafāʾ(4 vols, Bombay, 1305 1306/ 1888 1889), vol. II, pp. 101- 118.

[7] M. Cruz Hernandez, Abū-l-Walīd Muhammad Ibn Rušd (Averroes). Vida, obra, pensamiento, influencia, second revised edition, (Cordoba, 1997), pp. 52 and 444. Moreover, an entry about Averroes’ Book of Plants is found in M. Alonso, Teología de Averroes (Estudios y documentos) (Madrid and Granada, 1947), pp. 74 75, note.

[8] M. Bouyges, ‘Sur le De plantis d’Aristote-Nicolas à propos d’un manuscrit arabe de Constantinople’, Mélanges de l’Université Saint-Joseph, 9 (1923), pp. 71- 89.

[9] See Lulofs and Poortman, Nicolaus, op. cit., pp. 363 371.

[10] See Ibn Rushd (Averroes), Kitāb al-Kullīyāt fī al-Ṭibb, (ed.) J.M. Fòrneas Besteiro and C. Alvarez de Morales (Madrid, 1987), vol. I, p. 312, ll. 8- 9.

[11] See Lulofs and Poortman, Nicolaus, op. cit., p. 363.

[12] See T. Fahd, ‘Genèse et cause des saveurs d’après l’Agriculture Nabat’eenne’, Revue de l’Occident Musulman et de la Méditerranée, 13 14 (1973), pp. 319-329.

[13] See Lulofs and Poortman, Nicolaus, op. cit., p. 363.

[14] On this point, see also the observations made in Lulofs and Poortman, Nicolaus, ibid., p. 367.

[15] See the edition of this chapter found in Lulofs and Poortman, ibid., pp. 440-443.

[16] M. Zonta, ‘Mineralogy, Botany and Zoology in Medieval Hebrew Encyclopaedias. “Descriptive” and “Theoretical” approaches to Arabic sources’, Arabic Sciences and Philosophy, 6 (1996), pp. 263- 315, in particular p. 293.

[17] See the table of contents and sources of this book given in Zonta, ‘Mineralogy’, ibid., pp. 29 293.

[18] See Lulofs and Poortman, Nicolaus, op. cit., pp. 388 405.

[19] Occasional references to the doctrine of tastes are found in other philosophical works by Averroes (see for example his Epitome of Aristotle’s De sensu, as published in H. Gätje, Die Epitome der Parva Naturalia des Averroes [Wiesbaden, 1961], Arabic text, pp. 21- 23 [based on De sensu 442a12- 29], and his Long Commentary on the De anima, as published in F.S. Crawford, Averrois Cordubensis Commentarium magnum in Aristotelis De anima libros [Cambridge, Mass. 1953], pp. 291- 293); but these are very brief, nonsystematical treatments. For a Greek classification of tastes, see also Theophrastus, De causis plantarum, book VI, chapter 1.

[20] For a slightly different translation of the above passage, see Zonta, ‘Mineralogy’, op. cit., pp. 296 297.

[21] The manuscript adds the word ‘bitter’ here.

[22] See Ibn Rushd, kullīyāt, p. 311, ll. 14 15, (ed.) Forneas and Alvarez de Morales, op.cit.: ‘The sweet indicates a hot temper, whose hotness is intermediate and is generally related to the human temper, as Galen said’.

[23] This refers to a passage in Galen’s De simplicibus medicamentis, book IV: see Zonta, ‘Mineralogy’, op. cit., p. 297, note 107.

[24] See Ibn Sīnā, al-Qānūn, Būlāq edn, p. 230, ll. 1- 3: ‘It is not necessary that what is more sweet is more nourishing, and what is more pleasant is more nourishing although it is sure, according to the physicians, that in every food there is some sweetness because the food needs other conditions, apart from the sweetness’

[25] See Ibn Rushd, al-kullīyāt, op. cit., p. 312, l. 19 and p. 313, l. 1, ‘The tastes which ... indicate a cold temper are the pungent, the setting, the acid and the tasteless’.

[26] See Ibn Sīnā, al-Qānūn, Būlāq edn, op. cit., p. 228, ll. 29 30: ‘The simple tastes are nine in all, although eight are tastes and one is a privation of taste, that is the tasteless’; Ibn Rushd, al-kullīyāt, ibid., p. 311, ll. 12 14, ‘The major types of tastes are the sweet, the fat, the salty, the bitter, the acute, the pungent, the setting, the acid and the tasteless’. See also Avicenna, Urjūzah, verses 50-53, where a list of tastes (sweet, salty, bitter, acute, pungent, acid, setting, what has no taste, fat, tasteless and pleasant) is found.

[27] See Ibn Sīnā, al-Qānūn, Būlāq edn, ibid., p. 229, ll. 6 11: ‘The substance which underlies the taste either is thick and earthy, or thin, or balanced; and its force is either hot or cold or intermediate. The thick and earthy one, if hot, is bitter; if cold, is pungent; if intermediate, is sweet. The thin one, if hot, is acute; if cold, is acid; if intermediate, is fat. The substance which is intermediate between thickness and thinness, if hot, is salty; if cold, is setting; if intermediate between hot and cold, they say that it is tasteless’. See also Averroes’ commentary on Avicenna’s Urjūzah, verse 53, where it is stated that the physicians think that the causes of taste are thickness, thinness and what is intermediate between them. When thickness is mixed with coldness, the pungent and the setting result; when thickness and hotness are mixed, the salty and the bitter result; when thinness and coldness are mixed, the tasteless results.

[28] See Ibn Rushd, al-kullīyāt, op. cit., p. 313, l. 7, ‘The tasteless is watery and cold’.

[29] See Ibn Rushd, al-kullīyāt, ibid., p. 311, ll. 15 16, ‘The fat is the taste in which the airiety prevails with some wateriness. Because of this, it is inferior to the sweet in its hotness’. See also Averroes’ commentary on Avicenna’s Urjūzah, verse 53, where it is stated that the fat is hot and moist, because it is composed of an airy substance, and the air is hot and moist.

[30] The manuscript adds the word ‘force’.

[31] See Ibn Rushd, al-kullīyāt, op. cit., p. 311, ll. 1 17, ‘In the temper of the salty, the dry burnt substance prevails, and in it some moisture is mixed; it is superior to the sweet in its hotness’. See also Averroes’ commentary on Avicenna’s Urjūzah, verse 50, where it is stated that in the salty there is a moist burnt substance; after the salty comes the bitter, because it has a stronger hotness and dryness.

[32] This sentence reproduces Ibn Sīnā, al-Qānūn, Būlāq edn, op. cit., p. 229, ll. 12, 13 14: ‘The salty is like a bitter broken by a cold moisture ... So, the salty becomes bitter when it is heated by the sun or by fire or by the separation of the wateriness which breaks the force of the hotness’.

[33] This sentence, missing in the manuscript, has been integrated through a comparison with the Arabic source (Averroes: see note 33).

[34] The above passage is also found in Ibn Rushd, al-kullīyāt, op. cit., p. 311, l. 17; p. 312, l. 5: ‘The nature of the bitter is a nature in which the dry earthy substance prevails, either with its coldness or with its hotness, and this is proved by the fact that the bitter which derives from coldness becomes sweet after having been bitter by nature, like many plants, for example, the oak, the pumpkin and others, while the bitter which derives from earthiness and hotness, after having been sweet, returns to bitterness. This characteristic of the bitter indicates that it results from two types of tempers, cold and dry or hot and dry, like the black, which derives from a mixture of hotness and coldness.’ It is noteworthy that these words, reproduced by Falaquera, give Averroes’ own opinion about the bitter, which (according to his reference discussed above) was already found in his Book of Plants. See also Averroes’ on Avicenna’s Urjūzah, verse 50, where it is stated that bitter is caused by an earthy burnt substance, although there are many beings whose nature is cold and dry but that have a bitter taste: fruits that become sweet at the end are bitter at the beginning.

[35] The same sentence is found in Ibn Sīnā, al-Qānūn, op. cit., p. 229, ll. 26 27: ‘The bitter is heavy, its substance is dry. So, the pure bitter does not permit the mould in which an animal is generated, and the pure bitter does not nourish an animal.’

[36] See Ibn Rushd, al-kullīyāt, op. cit., p. 312, ll. 9 11, ‘The type of bitterness deriving from hotness is hotter than saltiness, because some moisture is mixed with the salty. This is indicated by the fact that the seas, when the saltiness is strong, become bitter, as is said of the Dead Sea, and for this reason no animal can live in them because of their bitterness.’

[37] See Ibn Rushd, al-kullīyāt ibid., p. 312, ll. 15 16, ‘The temper which prevails in the acute is hot and dry, together with thinness ... because of this, its hotness is stronger’. See also Averroes’ commentary on Avicenna’s Urjūzah, verse 50, where it is written that the acute indicates hotness and dryness; the sweet is a sign of lesser hotness and dryness; and after the acute, in hotness and dryness, there is the salty.

[38] Ibid., p. 313, ll. 3 5, ‘The setting and the pungent are of the same type, and differ only in degree. Both indicate a strongly dry and cold temper, but the pungent is stronger than the setting’. See also Ibn Sīnā, al-Qānūn, op. cit., p. 229, ll. 20 21, where it is stated that the pungent, the setting and the acid differ in their degree of settings.

[39] The whole passage about that which is pungent is found in Ibn Sīnā, al-Qānūn, ibid., p. 229, ll. 14 19.

[40] See Ibn Rushd, al-Kullīyāt, op. cit., p. 313, ll. 5 7, ‘The acid indicates a coldness which is mixed with some moisture, and the coldness of its mixture is not free from some hotness. Because of this, it bites gently, and follows the pungent and the setting in the coldness.’ See also Averroes’ commentary on Avicenna’s Urjūzah, verse 52, where it is stated that the pungent and the setting are produced from a cold, thick and earthy substance, while the acid is generated from a cold, earthy and thin substance.

[41] See note 33 above.

[42] For the date of Averroes’ compendia (jawāmiʿ), see Alonso, Teología, op. cit., pp. 6 68.

[43] See F.X. Rodriguez Molero, ‘Originalidad y estilo de la anatomia de Averroes’, Al-Andalus, 15 (1950), pp. 4 63.

[44] See H. Gätje, ‘Die Vorworte zum Colliget des Averroes’, Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft, 136 (1986), pp. 402- 427.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ufuksal Koordinat Sistemi ve Parametreleri

Tarihte, gözlemciyi, gökcisimlerini, Güneş'i ve gökadamızı temel alan birçok koordinat sistemi olmuştur. Biz bu yazıda Ufuksal Koordinat Sistemini tanıyacağız. 

Strabon ve Yanık Ülke

Coğrafyacı Strabon'un Gözünden Manisa Kula

DeepSeek: Yapay Zeka Modellerinin Yeni Gözdesi

DeepSeek nedir? Rakibi ChatGPT İle Kısa Bir Karşılaştırılması