Ana içeriğe atla

Salerno Tıp Okulu (Schola Medica Salernitana)

Salerno Tıp Okulu, Orta Çağ Avrupa’sında tıp bilgisinin yeniden şekillendiği özgün bir merkez olarak öne çıkar. Farklı kültürlerin birikimini bir araya getiren bu kurum, hem teorik hem pratik tıp eğitimiyle döneminin sınırlarını aşmıştır. Latince, Arapça ve Yunanca kaynakların sistemli biçimde işlendiği okul, hekimliğin kurumsallaşmasına öneml i katkılar sunmuştur. Salerno geleneği, yalnızca tedavi yöntemleriyle değil, tıbbı ahlaki bir sorumluluk alanı olarak ele almasıyla da dikkat çeker. Bu nedenle Salerno, tıp tarihindeki dönüşümlerin anlaşılmasında temel bir referans noktasıdır. Bu referans noktasını detaylı bir şekilde işleyeceğiz, keyifli okumalar.


Doğudan Batı’ya Çevirmenler

İslam medeniyetinin bilimsel gelişim süreci, özellikle 8. ve 10. yüzyıllar arasında Abbasi halifelerinin himayesinde gerçekleşen tercüme faaliyetleri ve kurulan hastanelerle büyük bir ivme kazanmıştır. Antik Yunan mirasını devralarak onu geliştiren ve Avrupa’ya aktaran bu dönemin önde gelen hekimleri, tıp tarihinin seyrini değiştirmiştir. Bu süreçte İsâ b. Hakem, Yuhanna b. Mâseveyh, Huneyn b. İshak, el-Kindî ve İbnü'l-Cezzâr gibi isimler, teorik bilgiyi pratik uygulamalarla birleştirerek modern tıbbın temellerini atmışlardır.

Dönemin erken figürlerinden İsâ b. Hakem (780–818), Şamlı köklü bir hekim ailesinden gelmekle birlikte kariyerini Bağdat’ta şekillendirmiştir. Dört farklı halifeye hizmet eden İsâ b. Hakem’in günümüze ulaşan tek eseri, Risale (el-Haruniyad) olarak bilinir. Bu eser, cerrahiden eczacılığa, tıbbi terminolojiden kozmolojiye kadar geniş bir yelpazeyi kapsamasıyla, Yunan kaynaklarına dayalı Arapça tıp literatürünün en erken ve kapsamlı örneklerinden biridir.

Aynı dönemde, Bağdat’taki Barmakid Hastanesi’nde görev yapan Yuhanna b. Mâseveyh (777–857), hem bir hekim hem de bir hoca olarak öne çıkmıştır. Keskin üslubu ve eleştirel gözlemleriyle tanınan Masawyh, ünlü mütercim Hunayn ibn İshak’ın da hocalığını yapmıştır. Göz hastalıkları üzerine yazdığı Daghal al-‘Ayn (Gözdeki Kusur) ve trahom hastalığını (pannus) tanımladığı Marifat mihnat al-kahhalin eserleri, oftalmoloji tarihinde birer dönüm noktasıdır. Eserleri, daha sonra İtalya’daki Salerno Okulu aracılığıyla Avrupa tıbbını derinden etkilemiştir.

Tercüme hareketinin en parlak ismi ise hiç şüphesiz Huneyn b. İshak (808–873) olmuştur. “Mütercimlerin Şeyhi” olarak anılan ve Nesturi bir Hristiyan olan Hunayn, ünlü Bait al-Hikma (Hikmet Evi) kütüphanesinin yöneticiliğini üstlenmiştir. Galen, Hipokrat ve Aristoteles gibi otoritelerin eserlerini Süryanice ve Yunancadan Arapçaya kazandırarak bilim dilinin oluşmasını sağlamıştır. Kitab al-Masail fi’t-Tibb adlı eseriyle tıp eğitiminde soru-cevap yöntemini geliştirmiş, göz hastalıklarından diş sağlığına kadar pek çok alanda özgün eserler vermiştir.

Dönemin bir diğer dev ismi, "Filozof-Hekim" kimliğiyle el-Kindî (803–873)’dir. Kûfe doğumlu olan el-Kindî, simyayı reddederek bilimin deney ve gözleme dayanması gerektiğini savunmuştur. 270’ten fazla eser veren el-Kindî, “Kaynağı ne olursa olsun bilgiye değer verilmelidir” ilkesiyle hareket etmiş; gelgit olaylarından farmakolojiye kadar bilimsel metodolojiyi her alanda uygulamıştır.

Bu bilimsel birikim doğuyla sınırlı kalmamış, İbnü'l-Cezzâr (898–980) ile Kuzey Afrika’ya (Tunus) taşınmıştır. Isaac Israeli’nin öğrencisi olan İbnü'l-Cezzâr, Zad al-Musafir (Seyyahlar için Kılavuz) adlı eseriyle tıp literatürüne "el kitabı" kavramını yerleştirmiştir. Bu eser Viaticum adıyla Latinceye çevrilerek Avrupa’da yüzyıllarca okutulmuştur. Unutkanlık üzerine yazdığı risalesinde hastalığı "soğuk ve nemli balgam" teorisiyle açıklamış; tedavide kokulu yağlar, baharatlar ve hacamat gibi yöntemleri önererek psikofizyolojik bir yaklaşım sergilemiştir.


Afrikalı Konstantin, Orta Çağ’da İslam tıbbını Batı’ya taşıyan en etkili çevirmenlerden biridir. Tunus’ta doğmuş, uzun yıllar boyunca Suriye, Hindistan, Mısır ve Etiyopya’da tıp bilgisini derinleştirmiştir. Arapça, Yunanca ve Latince bilen Konstantin, özellikle Ali İbn el-Abbas’ın Kitab al-maliki adlı eserini Pantegni adıyla Latinceye çevirerek Batı tıbbının gelişiminde belirleyici bir rol oynamıştır. Çalışmaları Salerno Tıp Okulu’nda temel kaynaklar hâline gelmiş; Hipokrat ve Galen’in metinlerini de Latinceye aktararak klasik Yunan tıbbının Avrupa’da yeniden tanınmasını sağlamıştır. Liber Regalis gibi çevirileri yüzyıllarca etkisini sürdürmüştür.

Cremonalı Gerard, Toledo çeviri hareketinin en üretken isimlerinden biri olarak Arapça eserleri Latinceye aktararak Orta Çağ Avrupa’sının bilimsel gelişimine büyük katkı sağlamıştır. Afrikalı Konstantin’den bir yüzyıl sonra onun eksik bıraktığı çalışmaları tamamlamış; özellikle tıp alanında yetmişten fazla çeviri yaparak İslam tıbbının Batı’da tanınmasına öncülük etmiştir. İbn Sînâ ile Râzî’nin tüm tıp eserlerini eksiksiz çevirerek bu hekimlerin Avrupa üniversitelerinde temel kaynak hâline gelmesine katkıda bulunmuştur. Ayrıca Ptolemaios’un Almagest’ini Latinceye çevirerek tıp dışındaki bilim alanlarına da önemli bir etki bırakmıştır.

 

 Salerno Şehri

Güney İtalya’nın Campania bölgesinde, Tiren Denizi’nin kıyısında ve kendi adını taşıyan körfezin merkezinde yer alan Salerno, coğrafi konumu itibarıyla Akdeniz havzasının en stratejik liman kentlerinden biridir. Doğal bir limana sahip olması ve dağlık iç bölgeler ile deniz arasında bir geçiş noktası teşkil etmesi, kentin tarih boyunca "Doğu ile Batı arasında bir köprü" olmasını sağlamıştır.

Şehrin ekonomik yapısı, bu eşsiz coğrafi avantaj üzerine kurulmuştur. Orta Çağ boyunca Akdeniz ticaret yollarının kesişim noktasında bulunan Salerno, sadece malların değil; fikirlerin, dillerin ve bilimsel el yazmalarının da takas edildiği zengin bir pazar yeri haline gelmiştir. Tarımsal verimliliği ve deniz ticaretinden elde ettiği gelir, şehre refah getirmiş; bu ekonomik istikrar, bilimin ve sanatın hamiliğini yapabilecek güçlü bir sosyal sınıfın doğmasına zemin hazırlamıştır.

Tarihsel açıdan bakıldığında, Romalıların ve ardından Lombardların egemenliğinde kalan şehir, 11. yüzyılda Normanların fethiyle siyasi ve kültürel zirvesine ulaşmıştır. Prens Robert Guiscard döneminde başkent ilan edilen Salerno; Latin, Yunan, Arap ve Yahudi kültürlerinin barış içinde bir arada yaşadığı kozmopolit bir yapıya bürünmüştür. Bu çok kültürlü yapı, antik Yunan ve İslam tıbbının sentezlendiği, Avrupa’nın ilk tıp okulu olan Schola Medica Salernitana’nın (Salerno Tıp Okulu) doğuşunu sağlamıştır. Şehir, bu dönemde “Hippocratica Civitas” (Hipokrat Şehri) unvanıyla anılmıştır. 13. yüzyılda II. Friedrich’in Napoli Üniversitesi’ni kurmasıyla politik ve akademik ağırlığını yavaş yavaş kaybetse de Salerno, antik bilginin İslam dünyasından Avrupa’ya aktarılmasında oynadığı kilit rolle tarihe geçmiştir

 

Salerno Tıp Okulu’nun Önemi

Orta Çağ Avrupası’nın karanlık çağlar olarak adlandırıldığı, bilimsel düşüncenin manastırların duvarları arasına sıkıştığı ve tıbbın büyük ölçüde dua veya batıl inançlarla harmanlandığı bir dönemde, Salerno Tıp Okulu (Schola Medica Salernitana), akılcı ve gözleme dayalı tıbbın Batı dünyasındaki ilk ve en parlak meşalesi olarak tarihe geçmiştir. Bu okulun önemi, sadece Avrupa’nın ilk organize tıp okulu olmasından değil, aynı zamanda Doğu’nun (İslam dünyasının) gelişmiş bilimsel birikimini Batı’ya aktaran hayati bir atardamar işlevi görmesinden kaynaklanır. Okul, "Hippocratica Civitas" (Hipokrat Şehri) unvanını hak edecek düzeyde, Antik Yunan mirasını İslam tıbbının süzgecinden geçirerek yeniden canlandırmış ve modern tıbbi eğitimin prototipini oluşturmuştur.

Okulun önemini kavrayabilmek için öncelikle onun sentezci yapısına bakmak gerekir. Efsaneye göre okul; bir Latin, bir Yunan, bir Arap ve bir Yahudi usta tarafından kurulmuştur. Bu kuruluş miti, Salerno’nun bilimsel başarısının sırrını alegorik bir dille anlatır: Kültürlerarası iş birliği. Özellikle 11. yüzyılda, Afrikalı Konstantin gibi mütercimlerin buraya gelmesi, okulun kaderini değiştirmiştir. Konstantin, Tunus’tan getirdiği ve aralarında İbnü'l-Cezzâr gibi İslam alimlerinin eserlerinin de bulunduğu Arapça el yazmalarını Latinceye çevirerek, Avrupa’nın unuttuğu Galen ve Hipokrat öğretilerini, İbn-i Sina ve Razi’nin yorumlarıyla zenginleştirilmiş bir şekilde Batı literatürüne kazandırmıştır. Bu sayede Salerno, "Manastır Tıbbı"ndan (sadece ruhani şifa), neden-sonuç ilişkisine dayalı "Skolastik Tıp" anlayışına geçişin merkezi olmuştur.

Salerno Tıp Okulu’nun bir diğer devrimci niteliği, laik ve kapsayıcı yapısıdır. Dönemin Avrupa’sında eğitim kilisenin tekelindeyken, Salerno büyük ölçüde bu baskıdan uzak kalmış, anatomi çalışmalarında domuz diseksiyonlarına izin vererek deneysel gözlemi teşvik etmiştir. Daha da önemlisi, okulun kapıları kadınlara da açıktı. "Mulieres Salernitanae" (Salernolu Kadınlar) olarak bilinen kadın hekimler hem öğrenci hem de hoca olarak görev yapabiliyorlardı. Bu isimlerin en meşhuru olan Trotula, kadın hastalıkları ve jinekoloji üzerine yazdığı eserlerle yüzyıllar boyunca otorite kabul edilmiştir. Kadınların akademik bir kurumda bu denli aktif rol alması, o dönem için eşi benzeri görülmemiş bir durumdur ve okulun ilerici vizyonunu kanıtlar.

Eğitim metodolojisi ve standardizasyon açısından da Salerno, günümüz üniversitelerinin temelini atmıştır. Articella adı verilen ve temel tıp metinlerini içeren standart bir müfredat geliştirilmiş, böylece tıp eğitimi kişisel usta-çırak ilişkisinden kurumsal bir yapıya evrilmiştir. Okulun ürettiği Regimen Sanitatis Salernitanum (Salerno Sağlık Öğütleri) adlı şiirsel eser, halk sağlığı ve koruyucu hekimlik bilgilerini basit bir dille halka yayarak tıbbın demokratikleşmesine katkı sağlamıştır.

Son olarak, Salerno’nun hukuksal mirası yadsınamaz. Kutsal Roma Cermen İmparatoru II. Friedrich, Salerno ekolünden etkilenerek 1231 yılında Melfi Anayasası’nı ilan etmiştir. Bu yasalarla tıp eğitimi belirli bir süreye (beş yıl eğitim, bir yıl staj) bağlanmış, doktorluk yapabilmek için diploma ve devlet lisansı zorunluluğu getirilmiş, eczacılık ve hekimlik birbirinden kesin çizgilerle ayrılmıştır. Bugün modern dünyada doktorların lisanslanması, eczanelerin denetlenmesi ve tıp fakültesi müfredatları gibi standartların kökeni doğrudan Salerno Tıp Okulu’nun oluşturduğu bu disipline dayanmaktadır. Dolayısıyla Salerno, sadece bir bina veya okul değil; tıbbın bir zanaattan, bilimsel ve hukuki temelleri olan saygın bir mesleğe dönüşüm sürecinin adıdır.

 

Salerno Tıp Okulunda Yazılan Eserler

Salerno Tıp Okulu’nun Avrupa bilim tarihindeki tartışmasız üstünlüğü, sadece bir eğitim kurumu olmasından değil, aynı zamanda sistematik bir tıp literatürü üreterek tıbbi bilgiyi standart hale getirmesinden kaynaklanmaktadır. Okulun altın çağında kaleme alınan eserler, teorik bilgiyi pratik uygulamalarla birleştirmiş, farmakolojiden cerrahiye, kadın hastalıklarından koruyucu hekimliğe kadar geniş bir yelpazede referans kaynakları oluşturmuştur. Bu edebi üretim süreci, tıbbın manastırların tekelinden çıkarak rasyonel ve uygulanabilir bir disiplin haline gelmesindeki en önemli adımdır. Bu dönüşümün temel taşlarını ise Passionarius, Dynamidia, Practica, Trotula külliyatı ve ünlü Regimen Sanitatis Salernitanum oluşturur.

Bu entelektüel uyanışın ilk ve en önemli mimarlarından biri, 11. yüzyılda yaşamış olan Gariopontus’tur. Onun kaleme aldığı Passionarius, Bizans ve Yunan tıbbının Latin dünyasına uyarlanmasında hayati bir rol oynamıştır. Eser, hastalıkların belirtilerini ve tedavilerini sistematik bir biçimde açıklayan, tamamen klinik gözleme dayalı bir başvuru kitabıdır. Gariopontus bu eserinde, Galen’in karmaşık teorilerini sadeleştirmiş ve hastalıkları baştan ayağa sınıflandırarak hekimlere hasta başında kullanabilecekleri pratik bir rehber sunmuştur. Passionarius’un tamamlayıcısı niteliğindeki bir diğer eseri olan Dynamidia ise dönemin farmakolojik bilgisini kayıt altına almıştır. Dynamidia, şifalı bitkilerin etkilerini, ilaçların hazırlanışını ve materyallerin farmakolojik özelliklerini (sıcaklık, kuruluk, nemlilik gibi) detaylandırarak, tedavinin sadece cerrahi veya diyetle değil, doğru ilaç kullanımıyla da desteklenmesi gerektiğini vurgulamıştır.

Klinik tıbbın bir diğer sacayağı ise Petroncellus tarafından yazılan Practica adlı eserdir. 11. yüzyılın ortalarında kaleme alınan bu pratik tıp el kitabı, Salerno ekolünün "teşhis ve tedavi" odaklı yaklaşımının en somut örneğidir. Practica, vücudun en tepesinden (kafa derisi hastalıkları) başlayarak ayaklara kadar inen tüm vücut bölgelerindeki rahatsızlıkları tanımlar. Petroncellus’un bu eseri, spekülatif teorilerden ziyade, ampirik (deneyime dayalı) tedavi yöntemlerine odaklanmasıyla bilinir. Eserde yer alan reçeteler ve cerrahi müdahaleler, Salerno hekimlerinin insan anatomisi ve patolojisi üzerindeki hakimiyetini gözler önüne serer.

Salerno’nun tıp tarihine attığı en özgün imza ise hiç şüphesiz kadın sağlığı alanındadır. Trotula (Trota di Salerno) adıyla anılan ve kadın hastalıkları, doğum ve kadın sağlığı üzerine üç ayrı metinden oluşan külliyat, Orta Çağ’ın en devrimci metinlerindendir. Bu eserlerden en bilineni olan De mulierum passionibus (Kadınların Hastalıkları Üzerine), o döneme kadar erkek hekimlerin mahremiyet nedeniyle yeterince ilgilenemediği jinekoloji ve obstetrik alanını bilimsel bir zemine oturtmuştur. Külliyat; kısırlık, gebelik süreci, zor doğumlar, doğum sonrası bakım ve hatta kozmetik gibi konuları ele alır. Kadın bedenin fizyolojisinin erkeklerden farklı olduğunu ve özel bir tedavi yaklaşımı gerektirdiğini savunan bu eserler, Salerno’yu kadın hekimlerin (Mulieres Salernitanae) yetiştiği ve söz sahibi olduğu bir merkez olarak ölümsüzleştirmiştir.

Salerno’nun etkisi sadece hekimlerle sınırlı kalmamış, halkın anlayacağı dilde yazılan eserlerle toplum sağlığına da inmiştir. Bunun en mükemmel örneği Regimen Sanitatis Salernitanum’dur. Şiirsel bir dille, akılda kalıcı kafiyelerle yazılan bu sağlık rehberi, beslenme, hijyen, uyku düzeni, egzersiz ve duygusal denge üzerine hayati öğütler içerir. "Doktorun yoksa şu üçü doktorun olsun: Neşeli bir zihin, dinlenme ve ölçülü beslenme" gibi ünlü dizeleri barındıran eser, tedaviden çok hastalığa yakalanmama (koruyucu hekimlik) sanatını, yani koruyucu hekimliği öğretir. Yüzyıllar boyunca yüzlerce baskısı yapılan ve neredeyse tüm Avrupa dillerine çevrilen bu eser, tıbbi bilginin halka indirgenmesinin tarihteki en başarılı örneğidir.

Sonuç olarak, Gariopontus ve Petroncellus’un sistematik klinik kitapları, Trotula’nın kadın sağlığına getirdiği hassas bakış açısı ve Regimen’in halk sağlığı vizyonu birleşerek Salerno Tıp Okulu’nu efsaneleştirmiştir. Bu eserler, tıbbın mistik bir ritüelden bilimsel, öğretilebilir ve uygulanabilir bir mesleğe dönüşmesinin kanıtlarıdır.

Regimen Sanitatis Salernitanum’da yer alan temel diyet ve sağlık prensipleri içeren şiirsel bir yazı:

 

Beyni zinde tutmak için:

Sabahları erken kalk ve hemen hatırla;

Ellerini ve gözlerini soğuk suyla yıkamayı,

Usulca temizlemeyi boğazını.

Sabahları kalktığın zaman beynini tazele,

Sıcakta, soğukta, Temmuz’da ve Aralık’ta,

Hem dişlerini ov, hem tara saçlarını.

Bir yerin kanarsa serin tut, yıkanmışsan sıcak,

Yemek yediysen ayakta dur ya da yürü, olmaz zararı,

Üç şey korur görmeyi, çimenler, cam ve çeşmeler,

Baharları, sabahları gez dağları”

 

Trotula de Ruggiero

Orta Çağ tıbbının büyük ölçüde hurafeler, astrolojik haritalar ve mistik ritüellerin gölgesinde kaldığı bir dönemde, Salerno Tıp Okulu’nun en özgün ve aydınlık simalarından biri olan Trotula (Trota di Salerno), sergilediği bilimsel duruşla çağının çok ötesine geçmeyi başarmıştır. Onun tıp anlayışı, hastalıkları ilahi cezalar veya yıldızların konumuyla açıklayan fatalist yaklaşımdan tamamen uzaktır. Trotula, tedavi süreçlerinde dönemin yaygın alışkanlıkları olan dua, büyü, tılsım veya astrolojik kehanetlere kesinlikle başvurmamış; bunun yerine neden-sonuç ilişkisine dayalı, gözlem ve deneyimle şekillenen rasyonel bir metodu benimsemiştir. Özellikle koruyucu hekimlik kavramına verdiği önem, onu modern tıbbın öncülerinden biri yapar. O, hastalığı tedavi etmekten ziyade, hastalığın oluşumunu engellemeye odaklanmış; bu bağlamda kişisel hijyenin sağlanması, banyo kültürü, düzenli egzersiz ve dengeli diyet gibi yaşam tarzı değişikliklerini reçetelerinin merkezine koymuştur.

Trotula’nın bu rasyonel yaklaşımı, kaleme aldığı ve yüzyıllar boyunca tıp literatürünü domine eden iki temel eserde somutlaşır. Bunlardan ilki ve en kapsamlısı, literatürde Trotula Major olarak bilinen De Mulierum Passionibus ante, in et postpartum (Doğumdan önce, esnasında ve sonrasında kadın hastalıkları) adlı eseridir. Bu çalışma, jinekoloji ve obstetrik (doğum bilimi) alanında yazılmış en sistematik metinlerden biri kabul edilir. Trotula bu eserinde, erkek hekimlerin mahremiyet engeli nedeniyle nüfuz edemediği kadın fizyolojisine dair detaylı gözlemler sunmuştur. Eser; kısırlıktan hamilelik sürecindeki beslenmeye, zorlu doğumlarda uygulanacak manevralardan doğum sonrası annenin toparlanmasına (lohusalık) ve bebek bakımına kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Sadece bir ebe rehberi değil, aynı zamanda patolojik durumları tanımlayan klinik bir başvuru kaynağıdır.

İkinci önemli eseri ise Trotula Minor olarak da tanınan De’ornatu mulierum (Kadınların Kozmetiği Üzerine) adlı çalışmasıdır. İlk bakışta sadece estetik kaygılara hitap eden bir güzellik kitabı gibi algılansa da bu eser, aslında dermatoloji ve hijyen üzerine ciddi tıbbi gözlemler içerir. Trotula, cilt sağlığını genel vücut sağlığının bir aynası olarak görmüş; cilt lekeleri, döküntüler, ağız hijyeni ve saç bakımı gibi konuları ele almıştır. Burada önerilen kozmetik uygulamalar, sadece dış görünüşü iyileştirmeyi değil, aynı zamanda deri hastalıklarını tedavi etmeyi ve kişinin psikolojik iyilik halini artırmayı hedefler.

 

Hamilelik ile ilgili tıbbi öneriler:

“Hamilelik süresinde kadının karnına menekşe yağı ve sirke sürünüz, kadının diyeti sindirimi kolay besinlerden oluşma­lı ve kadınlar nar yemelidir’’

“Ebe fetusa dokunmadan önce ellerini kaynamış keten to­humu yağı ve çemen otu (fenugreek) ile yıkamalıdır”

“Bebeği tam ışığa maruz bırakmayın, ona renkli nesneler gösterip uygun işitme uyarıları sağlayın, basit kelimeler kul­lanarak ninniler söyleyin” şeklinde önerilerde bulunmuş­tur.

 

Salerno Tıp Okulu’nun Eğitim Müfredatı

Salerno Tıp Okulu’nun tıp tarihine yaptığı en büyük katkı, tıp eğitimini kişisel bir usta-çırak ilişkisinden çıkarıp, standartlaştırılmış bir müfredata (curriculum) dayalı akademik bir disipline dönüştürmesidir. Bu dönüşüm, Avrupa’da ilk kez tıbbın felsefe ve mantık ile harmanlandığı, belirli metinlerin zorunlu okutulduğu ve mezuniyetin sıkı kurallara bağlandığı bir sistemi doğurmuştur. Okulun eğitim müfredatı, teorik altyapı (theorica) ve pratik uygulama (practica) dengesi üzerine kurulmuş olup, temelini Articella (Küçük Sanat) adı verilen meşhur ders kitapları koleksiyonu oluşturmaktaydı.

Müfredatın omurgasını oluşturan Articella, tıp öğrencisinin bilmesi gereken temel metinlerin bir derlemesiydi ve bu kanon, Salerno’dan tüm Avrupa üniversitelerine yayılmıştı. Bu derlemenin giriş kitabı, Huneyn b. İshak’ın (Batı’da Johannitius olarak bilinir) Isagoge adlı eseriydi. Isagoge, Galen tıbbına bir giriş niteliği taşıyor; dört unsur, dört hılt (kan, balgam, kara safra, sarı safra), mizaçlar ve fizyolojik işleyiş hakkında temel teorik çerçeveyi çiziyordu. Öğrenciler bu teorik girişi tamamladıktan sonra, Hipokrat’ın Aforizmalar (özlü sözler) ve Prognostik (hastalıkların seyri ve tahmini) eserlerini çalışarak klinik gözlemin temellerini öğrenirlerdi. Müfredatın diğer zorunlu metinleri arasında, idrar analizi üzerine Theophilus’un De Urinis’i, nabız teşhisi üzerine Philaretus’un De Pulsibus’u ve Galen’in fizyolojik sistemini anlatan Tegni (Ars Parva) yer alıyordu. Bu metinler, sadece okunup geçilmez; lectio (metni okuma) ve disputatio (üzerine tartışma) yöntemleriyle analiz edilirdi. Hoca metni okur, öğrenciler ise metindeki çelişkileri mantık kuralları çerçevesinde tartışarak çözümler üretirdi. Bu yöntem, tıp öğrencisinin sadece ezberlemesini değil, analitik düşünmesini de sağlıyordu.

Salerno müfredatının bir diğer devrimci yönü, anatomi eğitimine verdiği önemdi. O dönemde insan kadavrası üzerindeki diseksiyonlar dini ve kültürel nedenlerle son derece nadirken veya yasakken, Salerno’da anatomi eğitimi domuzlar üzerinden yürütülmüştür. Domuzun iç organlarının insan anatomisine en çok benzeyen yapı olduğu düşünülüyordu. Anatomia Porci (Domuz Anatomisi) adlı metin, bu derslerin rehberiydi. Hocalar, öğrencilerin önünde bir domuzu diseke ederek kalp, akciğer, karaciğer ve bağırsakların yerleşimini gösterir, organların işlevlerini Galenik teoriye göre anlatırlardı. Bu uygulamalı dersler, cerrahi eğitimin de temelini oluşturuyordu. Salerno cerrahisi, yaraların temizlenmesi, kırık-çıkık tedavisi ve hatta trepanasyon (kafatasını delme) gibi ileri teknikleri içeriyor; Roger Frugardi’nin Chirurgia adlı eseri bu alanda temel ders kitabı olarak kullanılıyordu.

Eğitim süresi ve sertifikasyon süreci ise 1231 yılında İmparator II. Friedrich’in çıkardığı Melfi Anayasası ile yasal bir zemine oturtulmuştu ki bu, müfredatın en katı aşamasıydı. Bu kanuna göre, bir kişinin tıp eğitimine başlayabilmesi için öncelikle 3 yıl boyunca mantık ve felsefe eğitimi alması zorunluydu. Bu ön koşul, hekimin hastalığı sadece ampirik olarak değil, rasyonel neden-sonuç ilişkileriyle kavrayabilmesi için gerekli görülüyordu. Felsefe eğitimini tamamlayan aday, 5 yıl boyunca tıp fakültesinde yukarıda sayılan Articella metinlerini ve cerrahi kitaplarını hatmederdi. Ancak bu 5 yıllık teorik eğitim de hekim olmak için yeterli değildi. Mezun olan öğrenci, tecrübeli bir hekimin gözetiminde 1 yıl boyunca staj (practica) yapmak zorundaydı. Tüm bu aşamaları geçen aday, nihayetinde Collegium önünde sınava girer ve başarılı olursa Magister (Usta/Hoca) unvanıyla hekimlik yapma lisansı (licentia medendi) alırdı.

Salerno müfredatı ayrıca tanı yöntemlerine büyük ağırlık verirdi. Üroskopi (idrar incelemesi), müfredatın en önemli pratik derslerinden biriydi. İdrarın rengi, tortusu, kokusu ve kıvamı, vücuttaki hıltların dengesi hakkında en güvenilir bilgiyi veren kaynak olarak görülürdü. Benzer şekilde nabız kontrolü de müzikal bir ritim anlayışıyla öğretilirdi; nabzın atışındaki düzensizlikler, vücudun iç harmonisinin bozulması olarak yorumlanırdı.


Salerno Tıp Okulu’nda Kullanılan Tedavi Yöntemleri ve Cerrahi

Salerno Tıp Okulu’nun tedavi felsefesi, "önce zarar verme" (primum non nocere) ilkesi ile şekillenmiş, aşamalı bir müdahale sistemine dayanmaktaydı. Okulun hekimleri, hastalığı vücuttaki dört temel sıvının (hıltların) dengesizliği olarak görür ve tedaviyi bu dengeyi yeniden kurma sanatı olarak tanımlardı. Bu yaklaşımda cerrahi, her zaman en son başvurulacak çare (ultima ratio) olarak görülürdü. Tedavi süreci üç ana aşamadan oluşurdu: Diyet ve yaşam tarzı düzenlemesi, farmakolojik müdahale ve son olarak cerrahi operasyon.

İlk aşama olan Diyet ve Rejim, Salerno tıbbının en güçlü olduğu alandı. Hekimler, hastanın yeme-içme alışkanlıklarını, uyku düzenini ve ruhsal durumunu düzenleyerek vücudun kendi kendini iyileştirmesini hedeflerdi. Regimen Sanitatis Salernitanum’da belirtildiği üzere, "hafif yiyecekler, neşeli bir ortam ve istirahat" en iyi ilaç kabul edilirdi. Eğer bu yetersiz kalırsa, ikinci aşama olan Farmakoloji devreye girerdi. Salerno, Avrupa’nın ilk sistematik eczacılık kitabı olan Antidotarium Nicolai’yi üretmiştir. Hekimler, "Minerva Bahçesi"nde (Giardino della Minerva) yetiştirdikleri şifalı bitkilerden hazırladıkları şuruplar, merhemler ve haplarla (pilulae) hıltları dengelemeye çalışırlardı.

Ancak Salerno’yu tıp tarihinde asıl efsaneleştiren, Cerrahi alanındaki cesur ve rasyonel uygulamalarıdır. Avrupa’nın geri kalanında cerrahi, genellikle berberlerin veya şarlatanların elinde tehlikeli bir zanaatken, Salerno’da anatomi bilgisine dayalı akademik bir disiplindi. Bu alandaki en büyük otorite, Practica Chirurgiae (Cerrahi Uygulamaları) adlı eseriyle Roger Frugardi (Rogerius) idi. Frugardi, cerrahiyi; kırık-çıkıklar, yaralar, tümörler ve özel organ hastalıkları olarak sistematize etmişti.

Salerno cerrahisinin en dikkat çekici yeniliği yara tedavisi ve enfeksiyon kontrolü üzerindeki yaklaşımıydı. Dönemin pek çok hekimi yaranın "irinlenmesini" iyileşme belirtisi sayarken (laudable pus), Salerno ekolü yaraların şarapla yıkanarak temizlenmesini, yumurta akı gibi maddelerle kapatılmasını ve kuru tutulmasını savunmuştur. Şarabın antiseptik etkisi ve dikiş tekniklerinin (sütür) geliştirilmesi, enfeksiyon riskini azaltarak hayatta kalma oranlarını artırmıştır.

Daha da şaşırtıcı olanı, Salerno cerrahlarının anestezi alanındaki erken dönem uygulamalarıdır. Ameliyat sırasında hastanın acısını dindirmek için "Spongia Somnifera" (Uyku Süngeri) adı verilen bir yöntem geliştirmişlerdir. Afyon, banotu (henbane), adamotu ve mandrake gibi narkotik bitkilerin özsuyuyla ıslatılıp kurutulan bu sünger, işlemden önce sıcak suyla nemlendirilerek hastanın burnuna tutulur ve derin bir uyku hali sağlanırdı. İşlem bitince hastayı uyandırmak için sirke koklatılırdı.

Uygulanan ameliyatlar oldukça çeşitliydi. Kafa travmalarında, kafatasındaki baskıyı azaltmak için trepanasyon (kafatası delme) işlemi başarıyla uygulanıyordu. Rogerius, kafa derisindeki kesileri haç şeklinde yaparak kemiğe ulaşıyor ve çöken kemik parçalarını kaldırıyordu. Ayrıca kasık fıtığı ameliyatları, mesane taşlarının çıkarılması (litotomi), katarakt operasyonları ve hatta bağırsak yaralanmalarında hasarlı kısmın onarılması (bağırsak içine mürver ağacı borusu yerleştirilerek dikiş atılması gibi) dönemin çok ötesinde tekniklerdi.

Salerno Tıp Okulu’nun tedavileri, Antik Yunan mirası ile İslam tıbbının farmakolojik zenginliğini birleştiren eklektik ve çok katmanlı bir yapıya sahipti. Tedavinin omurgasını, Dioskorides geleneğine dayanan zengin bir bitkisel (herbal) ilaç kültürü oluşturuyordu. Ateş ve sindirim sorunları için kutsal bitki kabul edilen adaçayı (salvia), sakinleştirici papatya ve yara iyileştirici sarı kantaron gibi Akdeniz florası, tedavilerin vazgeçilmezleriydi. Bu bitkisel kürler; antiseptik özellikli bal, yumurta akı gibi hayvansal ürünlerle veya Arap simyasının etkisiyle tıbba giren kükürt ve cıva gibi minerallerle zenginleştirilirdi.

Ancak Salerno hekimleri sadece ilaca değil, Regimen Sanitatis geleneğiyle şekillenen yaşam tarzı tıbbına da büyük önem verirdi. Mevsimsel diyetler, banyo terapileri ve hijyen kuralları, koruyucu hekimliğin temeliydi. Hastalık durumunda ise Galenik hılt teorisine başvurulur; idrar ve nabız analizlerine göre vücuttaki sıvı dengesizliği tespit edilerek hacamat, sülük tedavisi veya flebotomi (damar açma) uygulanırdı. İbn-i Sina ve Razi’nin formüllerinden ilhamla hazırlanan "Salerno Balsamı" gibi aromatik merhemler ise bu gelişmiş tedavi sanatının en somut örnekleriydi.

 

Sonuç

Salerno Tıp Okulu, sadece Orta Çağ Avrupası’nın ilk tıp fakültesi değil, aynı zamanda Doğu ve Batı medeniyetlerinin bilimsel zeminde buluştuğu eşsiz bir sentez merkezidir. Coğrafi avantajını ve kültürel çeşitliliğini kullanarak; Antik Yunan’ın teorik mirasını, İslam tıbbının pratik zenginliği ve farmakolojik birikimiyle harmanlayan bu ekol, tıbbı manastırların mistik gölgesinden kurtarmıştır. İslam medeniyetindeki çevirmenlerden Trotula’ya uzanan geniş bir entelektüel yelpazede, tedaviyi dua veya büyüden arındırıp; diyete, cerrahiye ve rasyonel gözleme dayalı bir "bilim dalına" dönüştürmüştür.

Okulun geliştirdiği Articella temelli standart müfredat, anatomiye verdiği önem ve hekimlik mesleğini yasal bir statüye kavuşturan lisanslama sistemi, günümüz modern tıp eğitiminin temel taşlarını oluşturmuştur. Cerrahi tekniklerden kadın sağlığına, halk sağlığı öğütlerinden (Regimen Sanitatis) eczacılık kurallarına kadar ortaya koyduğu yenilikler, Rönesans tıbbına giden yolu aydınlatmıştır. Kısacası Salerno, "Hippocratica Civitas" unvanıyla, bilimin evrenselliğini kanıtlamış ve insanlık tarihine, acının dindirilmesi yolunda atılmış en sistematik ve aydınlık adımlardan biri olarak geçmiştir.


Kaynakça

Okka, M. (2015). Salerno Tıp Okulu. Genel Tıp Dergisi, 25, 71–76.

Güneş, G., & Polat, Y. (2024). Salerno Tıp Okulu.

Dönder, A., Üstün, N., Duzlu, M., Yavuz, A., & Özçelik, M. (2022). Salerno Tıp Okulu. Konak Dergisi, 2. Ekim. Erişim adresi: http://konakdergisi.com/sayilar/sayi-2/salerno-tip-okulu/

de Divitiis, Enrico, Paolo Cappabianca, ve Oreste de Divitiis. 2004. “The ‘Schola Medica Salernitana’: The Forerunner of the Modern University Medical Schools”. Neurosurgery 55: 722-44; discussion 744. doi:10.1227/01.NEU.0000139458.36781.31.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ufuksal Koordinat Sistemi ve Parametreleri

Tarihte, gözlemciyi, gökcisimlerini, Güneş'i ve gökadamızı temel alan birçok koordinat sistemi olmuştur. Biz bu yazıda Ufuksal Koordinat Sistemini tanıyacağız. 

Strabon ve Yanık Ülke

Coğrafyacı Strabon'un Gözünden Manisa Kula

DeepSeek: Yapay Zeka Modellerinin Yeni Gözdesi

DeepSeek nedir? Rakibi ChatGPT İle Kısa Bir Karşılaştırılması